Endülüs'ten Anadolu'ya Felsefenin Yolculuğu

ENDÜLÜS’TE İSLAM FELSEFESI HAKKINDA GENEL BILGILER
Endülüs, Müslümanların İspanya'ya verdikleri bir isimdir. Günümüzde ise İspanya'nın güneyindeki bir eyaletin adıdır. İlk dönem İslam fetihlerinin tabii bir uzantısı olarak 711-714 yılları arasında Müslümanların hakimiyetine geçen Endülüs, coğrafi sınırları zamanla daralmakla beraber sekiz asır boyunca İslam ülkesi olarak kalmıştır. Endülüs Müslümanların himayesinde olduğu sürece, Felsefesinin merkezi olan Bağdat’tan uzak olması ve birçok yeni alim ile felsefeci yetiştirilmesi gibi etkenlerle Endülüs Felsefesi -diğer adıyla Mağrip felsefesi- Doğu felsefesinden farklılaşmış ve İslam felsefesine çeşitlilik katmıştır. Ayrıca orta çağ dönemi Hristiyanlarının daha çok dikkatini çekmiş ve batılılar tarafından yazıları eserlerde özel bir yer tutmuştur. Endülüs felsefesinin ilk temsilcisi, Bâtınîliğin ve bilhassa Empedokles’in tesirinde kalan İbn Meserre’dir. Onun kendisinden sonra birçok kimseyi etkileyen fikirleri, XII. yüzyılda aynı zamanda bir mutasavvıf olan İbnü’l-Arîf tarafından sistemleştirildi. İbn Hazm el-Faṣl’ında İslâm akaidine muhalif felsefe akımlarını Zâhirîlik çerçevesinde sert biçimde tenkit etmiştir. İbn Hazm’ın çağdaşı yahudi İbn Cebirol de (Gabirol) Yenbûʿu’l-ḥayât adlı eserinde meleklerin maddî beden ve şekillerinin bulunduğunu iddia ediyor, felsefî düşünceyle gerçeğe ulaşılabileceğini savunuyordu. XII. yüzyıl genel anlamda Endülüs’teki felsefenin en parlak dönemini teşkil eder. Bu yüzyılda yetişen filozoflardan biri olan ve Aristo’nun eserleri üzerine birçok kitap ve risâle kaleme alan İbn Bâcce bir taraftan felsefe ile klasik kelâmı ayırma cihetine giderken diğer taraftan da insanın tek başına sırf kendi kabiliyetlerini geliştirerek “faal akıl”la temasa gelebileceğini göstermeye çalıştı. İbn Tufeyl Esrârü’l-ḥikmeti’l-meşriḳıyye adlı eserinde, insanda felsefî ve metafizik düşüncenin doğabilmesi için herhangi bir öğretimin gerekmediği, bu düşüncenin doğuştan mevcut bulunduğu tezini işledi. İslâm dünyasının en büyük filozoflarından biri, Meşşâî okulunun son temsilcisi ve Aristo’nun en ünlü şârihi olarak kabul edilen İbn Rüşd ise Gazzâlî’ye cevap vermek üzere kaleme aldığı Tehâfütü Tehâfüti’l-felâsife’de kelâma karşı felsefeyi savundu. Faṣlü’l-maḳāl ve el-Keşf ʿan menâhici’l-edille adlı eserlerinde de din ile felsefenin gayelerinin aynı, fakat metotlarının farklı olduğunu ileri sürdü.